Köy Enstitüleri hepimizin içinde ukde kalan, yarım kalan bir aydınlanma hikayesiydi. Buradan mezun olan öğretmenler gittikleri köy okullarında, o köyün ve çocukların kaderini değiştirip harikalar yaratan kahramanlar oluyorlardı. Neden kapatıldı? Keşke devam etseydi. Devam etseydi ne olurdu? gibi sorular yıllardır soruluyor. Farklı görüşler ve tartışmalar sürüp gidiyor.
O dönemin tanıklarından, Çifteler Köy Enstitüsü mezunu 84 yaşındaki Muharrem Açıl öğretmen ile enstitüleri konuştuk. (25.07.2021)
Batuhan Nar: Öncelikle zaman ayırıp böylesi önemli bir konuda anılarınızı bizimle paylaştığınız için teşekkür ederim Muharrem öğretmenim. Kimdir Muharrem Açıl kısaca tanıyabilir miyiz?
Muharrem Açıl: Muharrem öğretmeni ben yazdığım bir şiir ile anlatmak isterim.
Ben bir köy çocuğuyum
Bakmayın şehirde olduğuma
Ütülü elbiseme, boyalı iskarpinime
Köyümün izleri duruyor hala toprak kokan ellerimde
Hiç unutamam köyümü, köyde geçen günlerimi
Az mı çalıştım bağında bahçesinde
Çift sürdüm, ekin biçtim tarlasında
Orak tuttum, saban tuttum o küçücük ellerimle
Hayvan otlattım yaylasında yazında
Yalın ayak gezdim bayırında düzünde
Gün geçmezdi diken batmadık o küçük ayaklarıma
Parlarken şehrin yüksek kaldırımlı asfalt yolları
Gözlerimin önüne gelir köyümün o birbirine benzeyen kardeş evleri
Yazın tozlu, kışın çamurlu yolları
Hele yaz yağmurundan sonra burcu burcu kokan toprakları
Veremiyor o kokuyu bana şehrin ne bahçeleri ne parkları
Baharda cennetin bir parçası meyve bahçeleriyle yem yeşil ovası
Kenarında oturduğum zaman
İçimi ferahlatan, bütün yorgunluğumu alıp götüren, şırıl şırıl akan deresi
Baharda mis gibi kokan havası
Ya o gözleri ışıl ışıl parlayan
Anlayana bizim de elimizden tutun, bizi de okutun diyen çocuklar
İşte arkadaşım ister şehrin kenarında olayım ister göbeğinde
Ben bir köy çocuğuyum
Bakmayın şehirde olduğuma, ütülü elbiseme, boyalı iskarpinime
Köyümün izleri duruyor hala toprak kokan ellerimde…
Bu şiir benim hayatım. Gerçekten köyde doğdum köyde büyüdüm. Çok fakir bir ailenin bir çocuğuyum. 1924 Selanik mübadele göçmeniyiz. Hane başı 20 dönüm yer verilmiş ailemize. Hane kardeşler arasında bölünmüş. Beşer dönüm düşmüş bize. Beş dönüm tarla ile köyde geçindiğinizi düşünün. Tarlası olup ekip biçemeyenlerin tarlasında da çalışırdık. Babam en verimli çağında 1943’te askere gidiyor. Ben 1938 doğumluyum 5 yaşındayım. İki yıl askerlik. Ardından tekrar çağırıyorlar askere hatta. Köyde bilirsiniz erkek çocuk babanın bağ, bahçe işleri için yardım edecek kişidir. Yerine gelecek kişidir. Böyle bir ortamda bıraktım ailemi Köy Enstitüne giderken…

B.N: Köy Enstitüsü maceranız nasıl başladı?
M.A: 1950’de köy öğretmenimiz İsmet öğretmen babamı çağırdı. Ben Muharrem’i Sakarya Arifiye Köy Enstitüsü sınavlarına sokacağım dedi. Ne olacak oraya girince dedi babam. Öğretmen olacak dedi öğretmenim de… Babam yapma kızım dedi öğretmenime. Dört gözle bekliyorum onun büyümesini bahçe işlerimde elimden tutmasını…
Ne dese de öğretmenim ikna etti babamı. Bak ben de köy çocuğuyum dedi. Okudum köyüme öğretmen oldum. Muharrem de olacak dedi. Babam da kabul etti. Arifiye’yi kazandım. 125 kişi girdi sınava… Beş kişi alınacaktı. Ben üçüncü olarak kazandım. Buradan kurayla Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsü’ne gönderildik. Trenle gideceğiz. Korkuyorum nasıl gideceğim diye… Köyümüzden geçerken trenden indim köye doğru kaçtım. Tabii babamlar çok şaşırdı. Çok kızdı kaçtığıma… O zaman noterde 30 lira kadar bir para istemişler kayıt olurken. Babamda yokmuş öğretmen vermiş. Bunu hatırlatarak nasıl kaçarsın sen dedi. Sabah tekrar geri gönderdi. Tabii bizim arkadaşlar Kastamonu’ya gitmiş. Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü’ne de 10 kişi gidecek ama biri kaçak. İşte onun yerine beni gönderdiler. Böylece Çifteler Köy Enstitüsü maceram başladı.
B.N: Okula ilk girdiğinizde neler hissetmiştiniz? Nasıl bir eğitim gördünüz?
M.A: İlk defa trene biniyorum okula giderken. Trenin yolu üzerinde üç tane tünel var. İlk tünelin ağzını görünce “Baba tren fırına giriyor.” dediğimi hatırlıyorum. Çok korkmuştum. İlkokulda demek ki öğretmenim bilgiyi somut olarak anlatamamış dedim bana yıllar sonra bu olayı hatırlayınca… Hiç köyde görmediğimiz yemekleri orada gördük. Mesela spagetti makarnayı ilk orda gördüm. Hamamı ilk orada gördüm. Annem bizi leğende yıkardı mesela… Okula gittik ama kontenjan dolmuş bizi almıyorlar. Bizim gibi başka okullardan gelenler de var. Müdür yer yok dedi almıyor. Başımızdaki hocalar ne yapacak bu çocuklar dedi ikna etti. Bir iki gece misafir ettiler. Hazırlık sınıfı diye bir sınıf açtılar. Bizi oraya aldılar. Çoğaldı o sınıf iki sınıf oldu 128 kişi oldu ikiye böldüler.
İş içinde iş eğitimi görüyorduk. Kendi ihtiyacımız olan her şeyi kendimiz üretiyorduk. 12 saat ziraat – tarım görüyorduk. Bahçede çalışıyorduk.
İlk gün köyde öğrendiğim gibi toplamıştım yatağımı. Sonra üst sınıf abilerden biri uyardı. Yatak öyle toplanmaz böyle toplanır diye anlattı. Zor da olsa öğrenip öyle toplamaya başlamıştık. Bir usta çırak ilişkisi vardı. Bizden sonra gelenlere de biz öyle davrandık. Abilik yaptık.
B.N: İlk görev yeriniz ve öğretmenliğinizde neler yaşadınız?
M.A: Mardin’in Midyat ilçesinin Mercimekli köyüne atandım. Okul yok. Kalacak yer yok. Öğretmen yok. Üç dil konuşuluyor; Süryanice, Arapça, Kürtçe.
Biz atandığımızda stajımızın kalkması için bir dosya hazırlardık. Atandığımız yerin coğrafyasını, ekonomik durumunu, tarihini, kültürel değerlerini, yemeklerini vb. kitap gibi dosya haline getirirdik. Ben de öyle öğrendim. Süryani köyüydü benim tayin olduğum köy. İki Kürt ailesi o köye geliyor. O ailenin bir oğlu Arap bir kız ile evleniyor. O evin etrafı Arapça konuşmaya başlıyor. Diğer oğlan Kürt kızı ile evleniyor. Onların evinin etrafı Kürtçe konuşuyor. Bir tarafta zaten Süryaniler. Tam bir mozaik. Tabi babama oğlunu doğuya gönderme batıda bir memur olur diyen çok oldu. Ama enstitüde bize her neresi olursa görevini layıkıyla yapacaksın şuuru verilmişti. Şikâyet etmeyeceksiniz siz yoku var edeceksiniz denilmişti. Biz o bilinçle tayin yerimize gitmiştik.
Savaştepe Köy Enstitüsü Müdürü Sedat Akay bir mezuniyette şöyle seslenmiş öğrencilere; “Sizi örsle çekiç arasında döve döve çelik yaptık biz. Sizi bir uçakla dünyanın neresine bırakırsak bırakalım ayaklarınızın üzerinde duracaksınız.”
Muhtarı bulduk yatacak yerim yok dedim. Muhtar kendi evine herkesin aynı odada yattığı eve davet ediyor. Olamaz tabii ki böyle bir şey.
Öğrencileri yazmaya başladık. Okul bir taraftan inşa ediliyor. Köyün ağasının yeğeni beni çağırdı ve kız öğrencileri yazmamamı istedi benden… Ben yapamayacağımı söyledim. Kanunun açık olduğunu 6 yaşını dolduran her çocuğun okula başlaması gerekiyor diyor dedim. Bunu deyince ben kanundan anlamam dedi. Ben de kanunu uygularım sen de kaymakama gider hakkını ararsın dedim.
Benim restimden sonra köye namım çetin bir öğretmen olarak yayılmış. Ardından ağa beni çağırdı ilk kendi kızını yazdırarak örnek oldu. 450 hanelik komşu köyde 5 sınıf var, 3 öğretmen var bir kız öğrenci yok. Bende 30 öğrenci var 7’si kız. Nasıl yazıyorsun diye soruyorlar “Kanun var elimde” diyorum.
Örneğin gittiğim köyde çocukların nüfus kağıdı yok. Nüfus memuruna gidiyorum okula kayıt için nüfus cüzdanı gerekli diyorum. Muallim şimdi onların anne babası evli değil. Önce onları resmi olarak evlendireceğim, sonra kayda geçeceğim. Sonra çocuklarına belge çıkarıp doğurtacağım. Bir sürü iş uğraştırma git dedi.
Ben bir daha gidince yanına yine kovdu beni. Köylüye bu muallimi vurdurtacağım diye haber salmış. Beni köyde kim görse uğraşma diyor. Bir kasabaya gitsem yanıma birini veriyorlar yalnız gitmeyeyim başıma bir şey gelir diye. En son kaymakama gidip durumu anlattım. Nüfus müdürünü çağırdı. Nüfus cüzdanlarını iki haftaya masasında istedi. Ayrıca benim başıma bir şey gelirse sorumlusunun nüfus müdürü olacağını söyledi kaymakam… İki haftaya nüfus cüzdanlarını çıkarttırdım. Ama bayağı bir düşman kazanmıştım köyde… Enstitü öğretmeni böyle köyde kronikleşmiş sorunları çözdüğü için ağaların, işi kökleşmiş memurların işine gelmiyordu.
İlk köye gittiğimde bana öğrencin kaç kişiyse iki katını yazacaksın dediler. Neden diye sordum. E kızını çocuğunu okula göndermeyenler sana bunun karşılığında bir sürü yiyecek, içecek, mal, para verecek. İki yıla köşe olursun dediler. Düşünün anlayış buydu bizler gidene kadar köye…
B.N: Enstitüde unutamadığınız en önemli olay neydi?
M.A: Son sınıfta bizi staja gönderirlerdi. 2 ay sürerdi. Beni üç arkadaşla Üryan köyüne verdiler. Oranın başöğretmeni bizim dersleri izlerdi. Eksiklerimizi söylerdi. Ya da daha iyi nasıl olabilirdi ders onu söylerdi. Okulda her gün hamama giderdik. Köyde bir hafta geçti yıkanamadık. Yakındaki Seyitgazi’de hamam olduğunu öğrendik ve gittik. Şubat ayıydı. Dönüşte bir kamyonun arkasına bindik. Hava tabi çok soğuk. Kamyonun hızıyla kamyon arkasında hamam sonrası tabi buz gibi olduk. Ben soğuktan bayılmışım. Karakoldan okula telefon edilmiş. Beni bir jeep ile almışlar oradan. Sonra hastanede kaldım. Bende büyük bir iz bırakmıştı.
Bir gün de Tabiat- Fen dersindeyiz. Dersin öğretmeni Çifteler Köy Enstitüsü kurucularından Süleyman Gültekin idi. Her şeyde çok ekonomik davranırdı. İsrafa çok kızardı. Derse başladı. Arkadaşlar bugün sınavlarınızı okuyacağım. Siz de tavuğun sindirim sistemini çizeceksiniz dedi. Öğretmen kürsüye çıktı. Çıt yok. Bir kağıt yırtılma sesi geldi. Hemen kafasını kaldırdı. Kim o defterini yırtan dedi. Cevap çıkmadı. Hanginiz yırttı o kağıdı diye yüksek sesle sordu tekrar. Bir arkadaş ben yırttım öğretmenim dedi. Niye yırttın oğlum dedi yanına giderek. Şimdiki gibi silgi yok tabi. Karalandığı için dedi çocuk. Aldı kağıdı eline geldi tahta başına öğretmen. Sınıfta 43 kişi var 43’ü 2 ile çarptı. Bir kağıt 2 kuruşmuş. 86 yazdı. Okulda 800 kişi var 2 ile çarptı 1600 kuruş… Eskişehir’de şu kadar öğrenci var 2 ile çarptı. Türkiye’de şu kadar öğrenci var 2 ile çarptı şu kadar büyük bir lira… Gözleri dolarak çocuğa döndü ve “Sen bir okul yıktın yavrum be bir okul… Anadolu’da bir okul yıktın!” dedi… hiç mi için sızlamadı senin. Nasıl yırtarsın bu kağıdı dedi. Bu olayı hiç unutamıyorum. (Gözleri Doldu.)
Şu anki saltanat ve israfı gördükçe içim sızlıyor. Kim gerçekten milli diye düşünmeden edemiyorum.

B.N: Neden kapatıldı sizce? Kapatılması siyasi miydi?
M.A: Demokrat Parti Köy Enstitüleri’ne karşıydı biliyorsunuz. İlk uygulamalarına enstitü müdürlerini görevden alarak başladı. Sonra programları değiştirmeye başladı. Sonra da biz isimlerini değişiyoruz yine okuyup öğretmenler oluyorlar diyerek Çifteler Köy Enstitüsünü Yunus Emre İlk Öğretmen Okulu yaptılar. İsmi değişse de aynı okul aynı yer. Kendi tükettiğimiz her şeyi üretiyorduk. Eğitim içinde öğretim yani yaparak yaşayarak öğretim vardı. 12 saat ziraat dersi önce 8 saate düştü sonra 4 saate sonra da 2 saat teorik ders 2 saat bahçe olarak yozlaştırıldı. 1954’e kadar Çifteler Köy Enstitüsü tabelası asılıydı. 1954’ten sonra Yunus Emre İlk Öğretmen Okulu tabelası asıldı. Kız erkek aynı yerde yatıyorlar diye kara propaganda yapıldı. Halbuki öyle bir şey yoktu. İftira attılar.
Ülkenin %80;’i köydeydi. Köy Enstitüleri’nin amacı köyü köyün içinden aldığı insanları eğiterek köyüne göndermek ve köyünü geliştirmekti. Şöyle bir söz vardı; “Köy Enstitüleri, köyden bilime giden yolun adıdır.”
Kinyas Kartal Van’da toprak ağası. 200 küsur köyü var. Birkaç köyüne köy Enstitüsü mezunu öğretmen geliyor. Ahaliyi aydınlatıyor. Rahatsız olunca da birkaç ağayı da yanına alıp Adnan Menderes’e gidiyor. Kapatmazsan oy yok diye tehdit ediyorlar.
B.N: İsmet İnönü’nün en önemli iki eserim dediği enstitüyü kapatmasının nedeni neydi?
M.A: Çok şikâyet geliyor. Çok baskı var üstünde… Hem içte hem dışta. Fevzi Çakmak’ın da ne zaman kapatacaksın komünist yuvalarını diye çok baskısı olmuştur hatta… Ordunun da desteği gidince yapayalnız kalmıştır. Şimdi kapatırım. Tekrar iktidar olunca uygun şartlarda açarım diye düşünmüştür. Olmadı tabii.
Savaştepe Köy Enstitüsü’nün duvarında İsmet İnönü’nün söylediği “Köy Enstitüleri en beğendiğim okullardır. Bu okulların başarılarını candan izleyeceğim.” Sözü yazarmış.
Tabi kapatılmasına yakın İsmet İnönü trenle Savaştepe’den geçecekmiş. Bütün çocuklar, öğretmenler, hademeler durup da indiği zaman sohbet ederler diye gara gitmiş. Fakat yakında alacağı kararın üzüntüsüyle el sallayarak tren camından, geçip gitmiştir. İlk defa inmemiştir trenden…
Öğrenciler daha sonra o yazıyı “Köy Enstitüleri en beğendiğim okullardır. Bu okulların başarılarını camdan izleyeceğim.” diye değiştirmişlerdir.
B.N: Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç sizin için ne ifade ediyor?
M.A: Meclis’te Köy Enstitüleri’nin kapatılması oylanıyor. Bakan olan Hasan Ali Yücel ertesi gün bir gazetede şöyle diyor: “Bugün bu okulların kapatılması için kalkan eller, eğer bir gün bu ülkenin toptan kalkındırılması söz konusu olursa bu okulların açılması için kalkacak.”
Hasan Ali Yücel sıradan biri değil. 1945’te Londra’da BM’nin toplantısında yaptığı konuşma sonunda 43 devlet temsilcisi ayakta alkışlıyor bu insanı… UNESCO O’nun 100. doğum yılında Dünya Hasan Ali Yücel Yılı ilan etti. Adı unutulmasın diye.
Tonguç için kelimeler yetmez. İsviçre’de pedagoji ansiklopedisi yazıldı. İsmail Hakkı Tonguç 300 kelime ile bu ansiklopedide anlatıldı. Şöyle derler; ABD’de Dewey, Avrupa’da Pestallozi, Asya’da Tonguç…
İnönü’ye dargın öldü. Hem Tonguç hem Yücel…
B.N: Vakit ayırıp değerli ve önemli anılarınızı paylaştığınız için ve ülkemizin aydın çocuklarımızın yetişmesinde taş üstüne taş koyduğunuz için teşekkür ederim öğretmenim.