Aranızda hiç “Sülün Osman” ismini duyan oldu mu? Hani İstanbul’daki Galata Kulesini ve köprüleri Anadolu’nun saf ve temiz insanlarına parayla satan, İstanbul’a daha yeni gelmiş ve kasaba kültüründen gelmenin verdiği korkaklık ile ne yaptığını bilemeyen insanlardan meydandaki saatte bakma parası alarak dolandıran “Sülün Osman…” Dolandırıcılıkları filmlere konu olan “Sülün Osman…”
İlginç olan ise bu filmler ve haberlere rağmen halkta sempati uyandıran bir sahtekâr Osman.
***
Peki ya “Eyüplü Halit”i duyan?
Türk tarihinin ilk dolandırıcılarından kendisi. İstanbul işgal altındayken kendi karakolunu kurup Rumları karakola çağırarak kendisini komiser olarak tanıtıp, ihbarcılıkla suçluyordu. Ardından rüşvet isteyip bu insanları soyuyordu. Kurtuluş savaşı yılları olduğu için de para toplarken zorlanmıyordu.
1935 yılında ise yine hapisteyken Mussolini’yi bile dolandırmıştı…
***
“Jet Fadıl” da insanları yıllarca büyük vurgunlarla dolandırdı. Bu kimi zaman yerli araba projesi, kimi zaman müslümanlara özel ada, kimi zaman da müslümanlara özel otel veya site gibi çılgın projeler oldu. İlginç olanı ise şuydu; her dolandırmanın ardından bir süre sonra tekrar ortaya çıkıp insanları tekrar kandırabilmesi…
***
Kurucusunun “Mehmet Aydın”, nam-ı diğer “Tosuncuk” olduğu Çiftlik Bank dolandırıcılığını duymayanınız yoktur elbette. İnternet üzerinden oynanan bir çiftlik oyununda satın alınan ve beslenen hayvanların Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde kurulan çiftliklerde üretim için kullanılacağı vadedilmişti. Yakın tarihimizde toplumumuzun kısa yoldan para kazanma, köşeyi dönme gibi yanlış ve cehalet dolu alışkanlığı yine büyük bir kandırılma ile bitti.
***
Bu dolandırıcıların çoğu hapis yattı kimi de yurt dışında lüks bir hayat yaşıyor.
Tabii liste uzayıp gidiyor. Dini duyguları istismar edileni mi dersiniz, milli duyguları kullanılanları mı dersiniz, sağlık konusunda kandırılanı mı dersiniz eğitim adı altında yurtlarda ve evlerde kandırılanı mı dersiniz…
Kandırılmaya tavandan tabana alışık bir toplumuz vesselam.
Peki bütün bunları ne diye anlattım?
Şimdilerde yeni çıkan epistemik bir roman var. “Aromatik Adam”.
Sevgili Anooshirvan Miandji’nin kaleme aldığı son eser, bir toplumdaki en büyük dejenerasyon olan ahlaki çöküklüğü ve bu çöküntülerden ders almamayı renkli bir bağlam içinde, ustaca bir dil becerisi ile bizlere anlatıyor.
Kitabın yazım aşamasında ana hatları ile bana ilk anlattığında bu kitabın toplumumuzun bir röntgenini çektiğini, gerçekleri bir sinema filmi kadar objektif ve yalın gözler önüne serdiğini söylemiştim kendisine. Hatta “1984” gibi, “Müfettişler Müfettişi” gibi kült bir eser olacağını söylemiştim.
Fakat kitabı okuduktan sonra yanıldığımı gördüm. Kitap bitirildikten sonra tekrar tekrar okunası, dönüp dönüp üstüne notlar alınası bir kaynak kadar derin. Bir o kadar da akıcı ve yalın.
Post – truth kavramının bu kadar gündemde olduğu bir dönemde, “Aromatik Adam” kitabındaki karakterler ve oluşumlar, hakikatin önemsizleşmesini tüm gerçekliği ile yüzümüze vuruyor.
Kendine gizemli bir hal veren şapkalı adam, önce birkaç kişiyi etkileyerek başladığı sahte şöhretine, bir süre sonra milyonları bulan destekçileri ile şöhret katıyor. Güya kimine istediği parayı yaratıyor, kiminin hastalığının dermanını buluyor, kimine de ne isterse onu veriyor. Öyle bir gün geliyor ki bu şarlatanı eleştiren bilim adamlarını bile çıkarmıyor kanallarına TV’ler ve köşelerine gazeteler…
Safsatacı çıkar odakları, bu şapkalı ve gizemli adamın ününü kullanarak işi ticarete döküyorlar. Zenginliğine servet katıyorlar. Bu akıl tutulmasının ortasında cesur bir savcı sahte hayal tüccarının foyasını ortaya çıkarıyor. Toplum tümden sarsılıp kendine geliyor.
Peki ama bu kaçıncı kendine gelişi bu toplumun…
Kitabın en güzel tarafı; aklın, bilimin, eleştirel düşünmenin, kolaycılığa kaçmamanın, aklı ipotek etmemenin, sürü şeklinde hareket etmemenin ve deneyselciliğin kazandığını görüyor olmamız…
Her bilim dalının ne kadar değerli olduğunun ve disiplinler arası çalışmanın kıymetinin anlaşıldığı ve vazgeçmeyenler için her zaman bir olasılığın daha olduğunu hissettiriyor olması…
Safsatacıların, üfürükçülerin, dolandırıcıların, kardan yaptıkları saltanatlarının, gerçek olan güneşin doğuşuyla son bulduğunu anlatıyor olması…
Ve bütün bu mutlu sonun bir gün ülkemizde de olacağı umudunu, kalplerimizin derinliklerinde bir yerlerde hissettiriyor olması…
Gerçekten de güneşi bilmeyen ay ışığını gerçek sanır! Ay ışığına aldanmadan güneş, akıl ve bilim ışığında yürümek dileği ile…
Kalemine sağlık Şirvan Hocam.
Batuhan NAR
Aralık, 2020
***