Son zamanlarda herkesin izlediği ve konuştuğu dizi “Squid Game”i izlemeyen kaldı mı bilmiyorum. Güney Kore yapımı bu dizi, paraya ihtiyacı olan 456 yoksul insanın bir adaya kapatılıp, geleneksel Kore çocuk oyunları oynatılarak büyük bir para ödülünü almaları üzerine kurulu. Buraya kadar bir sorun görünmüyor. Sorun her oyunda elenen yarışmacıların öldürülmesi ve bir süre sonra grup ve baskı psikolojinin etkisiyle etik dışı davranışların oluşmasıyla başlıyor.
İzleyiciler, ilk oyunda birbirine yardım eden yarışmacılara bile şahit olurken, oyunlar ilerledikçe ve insanlar öldürülünce farklı davranış örnekleri göstermeye başlayan karakterler görüyorlar. Ödül için her yol mubah anlayışına kapılan yarışmacılar önce gruplaşarak diğer grupları mağlup etmeye çalışıyor, otorite boşluğunda ise karşı grup üyelerini öldürmeye kadar kötüleşebiliyorlar. Dizinin ilerleyen bölümlerinde oyunun getirdiği psikolojik baskı ile önce gruplar dağılıyor ardından eski grup üyelerini ve arkadaşlarını bile öldürebilecek olumsuz duygu durumları görülüyor. Dizide nispeten daha iyi olmaya ve kötülük yapmamaya çalışan başrolümüz birinci olup ödülü alıyor.
Dizinin konusu, bize anlattıkları aslında sosyal psikoloji, grup psikolojisi ve sosyal uyum ile ilgili daha önce yapılmış birkaç çalışmayı anımsatıyor.
Stanford Hapishane Deneyi
1971 yılında Stanford Üniversitesi’nde bir deney yapılır. Bu deneyde Psikolog Philip Zimbardo ve asistanları, hapishanede mahkûm ve gardiyan olmanın insan psikolojisine etkisini araştıracaktır. Zimbardo’nun 24 lisans öğrencisi mahkûm ve gardiyan rollerini oynamak için seçilirler. Psikoloji bölümünün bodrumunda oluşturulan sahte hapishanede çalışma başlar.
Öğrencilere bu deneyin iki hafta süreceği ve günlük 15 dolar ücret alacakları da söylenir. İki denek grubuna hangi rollere sahip olacakları birbirlerinden habersiz anlatılır.
Mahkumlara, gardiyanların tüm istek ve emirlerine uymaları gerektiği söylenir. Gardiyanlara ise şiddete başvurmamak koşulu ile mahkumlara istedikleri sertlikte sözlerini geçirebileceklerini, canlarını sıkabileceklerini, bütün özgüvenlerinin ellerinden alındığını hissettirip onları çaresiz ve güçsüz hissettirebilecekleri söylenir. Öyle ki mahkumlar bütün gücün gardiyanların elinde olduğunu kabul edip boyun eğmeliydi. Gerçek gardiyan kıyafetleri giyen gardiyanlara sopalar verilir. Mahkumlarla göz göze gelmemeleri için aynalı gözlük takmaları istenir. Mahkumları ismiyle değil numaraları çağırmaları istenir. (Dizideki gibi.)
Gardiyanlar o kadar kötü davranışlar sergiler ki her şey rol olmasına rağmen mahkûm öğrenciler çıldırmaya başlar. Yemek yemeyenler karanlık odaya kapatılır, zamansızca uykudan uyandırılır, isyan etmeyenlere özel oda ayarlanır, isyan eden mahkumları çıplak ve mindersiz demir yataklarda yatırırlar. Daha ikinci günde mahkumlardan biri gardiyan şiddetinden öfke nöbeti geçirir ve Zimbardo onu salmak zorunda kalır. Gardiyan öğrenciler rollerine kendilerini o kadar kaptırır ki sadistçe bir şiddetle yönetirler mahkumları. (Bazı gardiyanların baskı isteklerine direnmiş olması genellemeyi güçleştiriyor.) Her şey roldü ama gün geçtikçe mahkumlar uysal ve korkak hale gelmişti. Deney çığırından çıkar ve tehlikeli boyutlara ulaşır. İki hafta beklenmeden 6. günde deney noktalanır. Deney sonunda bazı mahkumlar psikolojik destek görürken bazı gardiyanlar da ileri giden sadist davranışlar nedeniyle yargılanır.
Kendisi de deneyde hapishane müdürü olan ve süreci yürüten kişi olan Zimbardo, deneye psikolog gözüyle değil de kendini kaptırmış bir hapishane müdürü gibi baktığını yıllar sonra söyler. Zimbardo yıllarca deneyi tüm şiddetine rağmen sürdürmesinden dolayı oldukça büyük eleştirilere maruz kalır.
Deney hakkında hala birçok eleştiri ve çalışma yapılıyor. Ama yapılan bu deney bazı gerçeklikleri ortaya çıkardı.
Tıpkı Squid Game’deki gibi değil m? Tasarlanan bir kurgu, gizli izleyiciler (Oyuncular üzerine bahis oynayan zenginler), belirli kurallar, bu kuralları uygulayan kırmızı tulum ve maskeli “gardiyanlar”, bir süre sonra biçilen rolün, kuralların, grubun ve hırsların etkisiyle deneklerin çığırından çıkışı ile önlenemez kaos ve kargaşa…
Deindividuation
Dizide özellikle tek başına iken daha sakin, vicdanlı ve korkak olan oyuncuların bir gruba girerek kendini güçlü hissetmesi, daha acımasız olması, hiçbir etik ve insani konuda hesap vermemesi ise bir başka kavram; “deindividuation” yani bireylik yitimi ya da bireysizleşme kavramı ile ilintilidir. Bu hal, bireyin bir gruba dahil olduktan sonra grup psikolojisinden kaynaklanan anonimleşme halidir. Kişilerin birey olarak tek başına yapamadığı birçok sertliği, kötü davranışı veya en uç şeyleri, bir gruba girerek sorumluluğun yayılması yasası ile çok daha fütursuzca yapmasıdır bu…
Maskeli bir baloda daha rahat gösterilen davranışların maskesiz yapılamaması gibi.
Yine dizide birçok sahnede bu davranışı da görebilmekteyiz. Maske takarak oyuncuları bir locadan izleyen hedonist ve bahisçi iş adamları, maskeleri ile normal şartlarda yapamadıkları birçok kabul dışı davranışı rahatlıkla sergileyebiliyorlar.
Diziyi bir kazan/kaybet yarışması gözlüğü ile değil de farklı bir irdeleme penceresinden izlemek isteyenlere, sevgiyle.