Merhaba ! Bize birkaç cümle ile kendinizden bahsedebilir misiniz?
Merhaba, ben Batuhan NAR. 12 Eylül 1990 Elazığ doğumluyum. İlkokul, ortaokul ve lise öğrenimimi Elazığ’ da tamamladım. Daha sonra Erzincan Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği bölümünü kazandım ve lisans eğitimimi orada tamamladım. Ardından İstanbul’a gelip öğretmenliğe başladım. 2017 yılında İstanbul Aydın Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sınıf Öğretmenliği tezli yüksek lisans programını üstün / özel yetenekli öğrenciler konulu tezim ile bitirdim.
Okuduğunuz bölümü tercih etmek isteyenler için tanıtabilir misiniz?
Öğretmenlik herkes tarafından bilinen bir meslek ama bilinenin ötesinde bir takım özel yetenekler gerektiren bir bölümdür. Sınıf öğretmenliği ise sadece üniversiteyi okuyup lisans bölümünü bitirmekle kalmayan aynı zamanda içsel motivasyonu yüksek olması gereken bir meslek. Bu görevi yapan insanların motivasyonlarının, sabır eşiklerinin çok yüksek olması gerekiyor. Özellikle sınıf öğretmenliği yapanların o yaş gruplarıyla ilgilenmesi açısından çocuk sevgisi kesinlikle olmazsa olmaz. Bu bölümü tercih etmek isteyenler için bunları söyleyebilirim.
Bölümünüzü tercih etmenizdeki etkenler nelerdir?
Şahsi olarak beni etkileyen “Ölü Ozanlar Derneği” adlı bir filmdir. Ortaokul 1.sınıfta o filmi izlemiştim. Beni en çok etkileyen sahne ilk derse girdiğinde Robin Williams kitapta eleştirdiği dogma bilgilerin olduğu sayfaları yırttırır. Yeri geldiğinde kitapların eleştirebilir olduğunu söyler. Orada muhalif tarafını gördüm, çocuklarda yaratıcı düşünme becerilerini geliştirebilmek için ise Robin Williams’ın o yaratıcı öğretmen modeli, sıraların üstüne çıkmaları, onlarla kurduğu ilişki, öğrencilerin hayatlarında iz bırakması ve dünyalarında açtığı pencereler vs. Orada öğretmen olmaya karar verdim açıkçası. Bu film hayatımın dönüm noktası oldu. Onun öncesinde pilot olmak istiyordum ?
Okuduğunuz üniversite ve şehrin öğrenciler için imkanlarından bahseder misiniz?
Lisans eğitimimi, Erzincan gibi şirin ve küçük bir ilde, Erzincan Üniversitesinde tamamladım. Tabi büyükşehirlerin de avantajı, dezavantajları vardır. Küçük şehirlerin de aynı şekilde kendi içinde avantajları dezavantajları var. Erzincan yapı olarak öğrenciyi seven, kollayan ve hoşgörülü bir halktan oluşur. Bazen büyükşehirlerde yapamayacağınız birçok şeyi küçük şehir olduğu için yapabilirsiniz. Belki büyükşehirde büyük bir üniversitede yetenekleriniz, özellikleriniz çok olabilir ama kalabalık nüfus içinde yok olabilir, kaybolabilirsiniz. Küçük şehrin bir avantajı buydu. Mesela ben aynı zamanda yarı profesyonel vokal gitarist olarak müzisyenlik de yaptım. Bu anlamda kendimi geliştirdiğime ve bunun öğretmenliğime katkısı olduğuna inanırım. Tiyatro eğitimleri aldım, tiyatrolar yaptık, konserler verdik. Şiir kitabı çıkardım. Bu anlamda küçük şirin şehrimiz Erzincan’ın avantajlarını gördüm. Ama tabi dezavantajları da oluyor. Eğitim çeşitliliği, akademisyen profili ve kültürel çeşitlik açısından daha çok kozmopolit bir şehirde yaşamadığımız için bunun eksikliklerini de görebiliyoruz.
Okuduğunuz bölümün size göre olumlu ve olumsuz yönleri nelerdir? İş olanaklarından bahseder misiniz?
En başında, bir kere ben bekarım o yüzden olumsuz yönden yola çıkacağım. O çocuklara yüreği, vicdanı ile yaklaşan erkek bir sınıf öğretmeni, evlendiğinde çocuğuna sanki çok vakit ayıramayacakmış gibi gelebiliyor bana… Çünkü günde 8-9 saat belki 20-25 çocukla ilgileniyorlar. Onların dünyaları, psikolojileri aile yapılarıyla içten içe ilgileniyorsunuz ve kendi çocuğunuza aynı kalitede zaman ayıramayabilirsiniz. Belki bir olumsuz taraf olabilir diye düşünüyorum. Bunu henüz tecrübe etmedim bu sadece benim tahminim. Çünkü eve geldiğinizde hakikaten gece yatarken a öğrenci b öğrenci acaba ne yaptı diye düşünüyorsunuz. Çünkü öğretmenlik fedakârlık isteyen bir meslek, gece yarısı olsa bile bir kriz olduğunda ailesi ile görüşmek durumunda kalıyorsunuz. Eğer tabi tam anlamıyla görevinizi ihya ediyorsanız.
Olumlu olarak; 1. Sınıfta o gözlerin umutla bakıp, bir süre sonra okumayı ve yazmayı öğrendiğini görmek, o seslerle sizi sevdiğini anlatan mektup yazmalarına şahit olmak, bazen düştüğünde tuttuğu el olmak, yeri geldiğinde rol model-idol olmak, hayatlarında bir iz bırakabilmek sayısız olumlu taraflarından bir kaçı…
Mezun olduktan sonra iş hayatına nasıl başladınız? İlk iş deneyimleriniz nelerdir?
Mezun olduktan sonra biliyorsunuz bizim bölümde atamalar da oluyor özel sektörde de çalışılabiliyor. Benim aklımda hep İstanbul vardı. Müzikle de ilgilendiğim için, hayalim İstanbul’a gelip bir şeyler, hatta çok şey yapmaktı. Bu anlamda İstanbul’u önemsiyordum. Ben de direk İstanbul’a geldim. Okyanus Koleji’nde üstün zekâlılar sınıf öğretmeni olarak çalışmaya başladım. Bu da bana kariyerimde ayrı bir kapı açtı. Sınıf öğretmeniydim ama üstün zekâlılar sınıf öğretmenliği bölümünde 2013 yılında çalışmaya başladım. Orada ayrı bir dünya, bir kapı açıldı. Alanın gelişmelere açık bir alan ve eksikliklerin olduğunu gördüm. Alanda daha sonra da zaten üstün zekâlı çocuklarla ilgili yüksek lisansımı yapmaya başladım. Şu an Alman Liseliler Kültür Eğitim Vakfı (ALKEV) Özel Okulları’nda sınıf öğretmeni olarak çalışmaya devam ediyorum.
Şu an tam olarak iş hayatınızda neler yapıyorsunuz? Birkaç örnekle açıklayabilir misiniz?
Yani normal rutinlerimizin arasında zaten okula gidip öğrencilerle ilgili onları bilgilerle donatmak, onlarla öğrenmek, eğitimlerine rehberlik etmek anlamında görevlerimizi, öğretmenlik vazifemizi yapıyoruz. Onun dışında kişisel gelişimlerle, eğitimlerle kendimizi destekliyoruz, besliyoruz. Aynı zamanda düzenli olarak birkaç web sitesinde ( www.egitimdeteknoloji.com ) ve bir dergide, (4 Mevsim Bahçeşehir Dergisinde), rutin yazılar yazıyorum. İlgi alanım tabi ki üstün zekâlı çocuklar, onlarla ilgili rutin olarak yine hem ebeveynlere hem eğitimcilere hem de çocuklar için aylık, haftalık yazılarım var. Aynı zamanda öğretmen eğitimlerinde de kullanılan web 2.0 uygulamaları mevcut. Eğitimde teknoloji çok gündemde onlarla ilgili seminerler veriyorum. Okullara gidiyoruz, öğretmenlerle buluşuyoruz. Bu tarz etkinliklerimiz oluyor. Zaman buldukça da yarı profesyonel müzik yapmaya çalışıyorum.
Peki web 2.0 ile ilgili eğitim aldınız mı?
Tabii ki aldım. Ama eğitim almakla bitmiyor, eğitim bitmeyen bir süreç biliyorsunuz. Kişinin hizmet içi eğitim dediğimiz, öz eğitimi de çok önemli. Kendimizi sürekli geliştiriyoruz. Yabancı kaynakları tarayarak sürekli Türkiye’deki okullara neyi entegre edebiliriz onları araştırıyorum. Bu tür uygulamaları Türkiye’ye uyarlama adına çalışıyoruz. Çünkü Türkiye bu anlamda çok geride maalesef. Yani özel yetenekli, üstün zekalı öğrenciler anlamında da alt yapımız çok eksik. Üstün zekalı öğrenciler için yeni yeni yapılmaya çalışılan şeyler var. Aynı zamanda sınıflarda eğitim ve teknoloji dediğimiz, teması bu olan, 21.yy. çocukları dediğimiz çocuklar için yapılması gereken o kadar çok farklılaştırılma eğitimleri var ki çoğu öğretmenlerde bu konuda aslında yetersiz ama bu onların suçu değil sistemin suçu. Bir eğitim açtığımızda onlara da öğretmenler başvuruyorlar bu da öğretmenlerin istekli olduklarını gösteriyor.
Mesleğinize dair bir anınızı paylaşır mısınız?
Aslında sohbetimizin başında bahsettiğim dergimde de bunu yazdım. Üstün zekalılardan oluşan homojen bir gruba giriyorsunuz. İlk meslek günüm genelde sınıfa girdiğimizde sınıf öğretmeniyle ilk tanışma oyunu olur. Hani daha ilk ders de isimlerini bile bilmeyiz çocukların. Bir hikâye tamamlama etkinliği yaparsınız. Başında 3-4 cümle söyleriz. Sonra sırayla herkes o hikâyeye bir ekleme yapar ve ortaya yaratıcı bir hikâye çıkar. Böylece sınıf kaynaşmış olur.1.sınıflar biliyorsunuz ki çok tedirgin olur. İlk günden ağlayanlar, annesini isteyenler…Sınıfa girdim işte daha adlarını bile sormadım. Hadi bir kaynaşma etkinliği olsun diye “Bir varmış bir yokmuş bir ormanda kara kurbağa varmış” dedim. Çocuklardan biri hızlıca parmağını kaldırdı. Ve o da çok etkili üstün zekalı öğrencilerimizdendi. ”Ne oldu? Dur daha başlamadım.” dedim. O da “Neden bir varmış bir yokmuş? Neden üç varmış beş yokmuş değil?” diye sordu. Orada şaşırtıcı bir şeyle karşılaştım. İşte o çocukların dünyaları çok farklı oluyor. Bu da benim ilk gün karşılaştığım bir olaydı. Tabi o durumu kurtarmaya çalıştım. İşte bunun kalıplaşmış bir sözcük olduğunu söyledim Sonra kalıplaşmış sözcüğün ne olduğunu sordu. Burada tabi ki çocuklara “siz ne düşünüyorsunuz?” diye soru sorup çocuğun merak duygusunu köreltmemek adına onu motive etmeliyiz. Çünkü orada kesersek o çocuk bir daha soru somayı bırakır. Ona ket vurmuş oluruz. Çocukları kesinlikle (bahsettiğimiz özel çocuklar) bilgi anlamında kesinlikle doyurmamız gerekiyor. Es geçip sonraya bırakırsak, ilerde soru sormayı da bırakıyorlar. Merak duyguları da körelmiş oluyor. Bu unutamadığım ilginç bir anıydı.
Bu bölümü tercih edecek kişiler için tavsiyeleriniz nelerdir?
Şimdi öncelikle Türkiye’de şöyle bir algı var. Meslek seçiminde “ne kadar maaş alacağım?” diye başlayan,” Atanabilir miyim?”,” Bana getirisi ne olur?”, işte “Hemen iş bulabilir miyim?” yani öğrencilere şunu ben hep söylerim başka bir yerde yine kullanmıştım, Yapmak istediğinizde mutlu olduğunuz ne varsa o bölümü seçin. Sonucuna bakmayın çok para kazanır mıyım diye zaten siz bir işte başarılı, istekli olursanız, severek yapıyorsanız o noktada farklı olursunuz ilk olursunuz veya özel olursunuz. Bir şekilde tercih edilen olursunuz. Kesinlikle bu para kaygısı, maddi kaygının üzerinde çok duruluyor tabi ki bu arada para kazanmalıyız, faturaların ödenmesi gerekiyorJ Ama bunlar bir şekilde oluyor. Mutsuz bir şekilde istemediğimiz bir mesleği para karşılığında yapmak bence kapitalizmin kölesi olduğumuzu gösteriyor. O anlamda ben bahsettiğim o filmi 2001-2002 yılında izledikten sonra buna karar verdim. Başkalarının bakış açısından bakarsak bir yere varamayız. O filmde Robin Williams’ın bir sözü vardır öğrencilerime de söylerim; “ Ormanda yol ikiye ayrıldı ve ben hep daha az kullanılanı seçtim. Bu hayatımdaki tüm farkı yarattı.” Diye… Birçok sınıf arkadaşım üniversitede atanmaya, memur olmaya odaklıydı, gerisi başarısızlıktı onlar için ya da riskti. Oysa hayata bir kez geliyoruz ve sevdiğimiz işi yapmak kadar basit bir risk almalıyız bence. Ben o noktaya onlar gibi bakmadım. Geldim burada şimdi çok farklı noktalardayım, kişi kendini geliştirebilir. Meslekte kesinlikle tavsiyem bu anlamda çocukları seviyorlarsa ve zaman mekan tanımıyorlarsa seçsinler. Yani 5 de okuldan çıkınca bu iş bitti diye bir şey yok. Örneğin; tatili var 2 ay demek ile olmuyor. Mesela ben 2 ay tatili dolu dolu geçirdim. Eğitimlere gittim, çocuklarla görüştüm, yazılar yazıyorum. Öğretmenlik eskisi gibi değil çocuklar birçok şeyi bilgisayardan öğrenebiliyorlar. Öğretmenin sürekli kendini güncellemesi, yenilikleri takip etmesi lazım.
Sınıf öğretmenliği okuyacak arkadaşlar, eğer kendinizi sürekli güncelleyebilecekseniz seçin ama tatili var diye seçiyorum diyorsanız kesinlikle bu bölümü seçmeyin, başka bir bölüm seçin bu konuda turizm ve otelciliği önerebilirim. ?
Bu meslekte çocuk sevgisi çok önemli, onların dünyalarına inmek, çocuklarla haşır neşir olmak büyük önem arz ediyor. Kesinlikle çocuk sevgisi, sabır, sürekli kendini güncelleştirmek çok önemli diye düşünüyorum.
Unutmadan veli ilişkisinin önemini de söylemem gerekir. İlkokul demek sınıf öğretmeni demek, sınıf öğretmeni anne baba ile sürekli iletişimde olmalı. Veli ilişkisi sıcak, samimi ve güven temelli olmadığı sürece bir ayağı kırık bir sehpa gibi ilerler eğitim süreci. Anne ve babalarla çocukları ile ilgili sürekli iletişimde olmak gerekir.
Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?
Son olarak üniversiteye hazırlanan arkadaşlara veya benden büyükse ağabeylerimize, ablalarımıza şunu söylemek isterim çocuk sevgisi yoksa kesinlikle tercih etmesinler. Öğretmenlik bir palyaçoluk diyorum, çoğu zaman velilere de bunu söylüyorum. Bazen beni müdür izleyebiliyor. Sınıfta sıranın üzerinde de olabiliyorum, yerde de olabiliyorum bazen de kostüm giyiyoruz. Çocuklarda şu soruyu sormuştu “Neden öğretmen oldunuz?”. Dedim ben küçükken pilot olmak istiyordum. Bir taraftan müzisyen olmak istiyordum albüm çıkarmak istiyorum demiştim. Tiyatro da yapmak istiyordum ki amatör olarak yapıyordum. Politikacı da olmak istiyordum. Ama bunların hepsini yapabileceğim bir mesleğe sahibim şu an. Yani s harfini a harfini öğretirken beste yapıyorum gitarla çalıyorum. Sınıfta müzisyenlik, sahne tarafım ortaya çıkıyor. Yeri geliyor kitleye hitap ediyorsunuz siyasetçi tarafım çıkıyor ortaya. Drama yaparken bir Shakespeare, şiir okurken bir Nazım oluyorum.
Demek istediğim öğretmenlik birçok yeteneği içinde barındırıyor. Sınıf öğretmenliği özellikle bunun altını çiziyorum, anne, baba yeri geldiğinde kardeş yani her şey olabiliyor. Mesleğe atılınca da her çocuğun dünyası olmak olmak için de kendilerini geliştirmeleri gerekiyor diye düşünüyorum.
Sınıf öğretmenlerinin “Tozla dumanda kalmamaları lazım, tozu dumana katmaları lazım”.
Kesinlikle bu bölümü tercih edecek arkadaşlara, gerçekte kendilerine güveniyorlarsa, çocuk sevgisi varsa yolları açık olsun diyorum.